17 Mart 2014 Pazartesi

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ

On sekiz Mart sabahıydı o an,
Susmuştu durmadan yıkan gülleler,
Pıhtılaşıyordu nehir gibi akan kan,
Soğuyordu cidalden* kızışan süngüler.

Serilmişti etrafa binlerce şehit
Aynı uğurda düşmüştü bunca yiğit.
Boşa akmamıştı kanları, olmuşlardı muzaffer,
Ruhlarını şad etmişti tarihte, bu ender zafer.

*savaştan


ANADOLU
Dağlar, uzanan o hep karlı zirveler…
Göğe ser çekmiş görünmez sisli burçlar.
İnzivayla bağdaşmış, evler, izbeler,
Teni yanık fertler, heykelleşmiş tunçlar…

Cenge şahit olmuş bozkırlar, ovalar,
Tabiatın tezyin ettiği ormanlar,
Çorak arazide serpilmiş yuvalar,
Tümsekler altında yatan kahramanlar.

Derin bir sessizlik uhrvi sükunet,
Arasında, mütevazi bie cemiyet,
Yaşıyor. Asalete yakışır gibi…

Önümde ıssız sıla ve gurbet yolu,
İşte karşımda duruyor Anadolu.
Seyrediyorum onu bir manzara gibi.

ZAMAN VE O

Sokaklarda yürüyen ahali halsiz,
O yarı kapalı gözleri mecalsiz,
Satıhlarında ferden yoktu emare,
Benziyorlardı yaşayan ölülere.

Sabahlar doğuyordu solgun ziyalı güneşle,
Yanıp kül oluyordu bağrındaki ateşle.
Renksiz semalar hasrettiler hür havaya,
Mehtaplı geceler benziyordu rüyaya.

Her abide anlatırken bir zaferi,
Olmuştu artık bir ölünün eseri.
Sükûta gark olmuştu arzun bu şen yeri,
Boğuyordu onu bağımsızlık kederi.

Bu muydu tarihteki şen, şakrak millet?!
Bu halemi düşmüştü bu cennet vatan?!
Ne olmuştu ondaki o acı kuvvet?!
Bu yurdu nasıl çiğnerdi kahpe düşman?!

Bu kötü şekilde iken durum ve hal,
Ortaya çıktı yüce Mustafa Kemal.
O başın etrafında toplandı millet,
Kanla kazanıldı tekrar tatlı hürriyet.

Artık acılardan kalmamıştı eser,
Derin yaralara şifa olmuştu zafer.
Çılgınca gülüyordu her taraf, her yer,
Gururla doğuyordu güneş vakti-seher.

Nihayet bir kasım ayının sabahı,
Durdurdu Türk’ün dudağında inşirahı.*
Yanaklardan süzülüp akıyor yaşlar,
Yeislerinden eğilmişti dik başlar.

Meğer çok uzundu canavarın eli.
Dökülen yaşlar andırıyordu seli.
Neler olmuştu? Nasıl bir anda hemen,
Bütün milleti boğabilmişti matem?

İnşirah=ferahlık

3 Mart 2014 Pazartesi

Aşığa - Leman Özkangil

AŞIĞA

Karşıdan geçmekte sazı elde âşık.
Kalbi tahassürle* dolu bağrı açık.
Gurbet elde yürüyor, yurdundan uzak.
Gönlünün yaşıyla ıslanıyor toprak.

Bedeni zayıf, boy uzun, benzi sarı.
Titrek bir sesle söylüyor mısraları.
Saz, kalbine tercüman olmuş ağlıyor,
Sesle, bibahtlar ummanında çağlıyor.

Uzaklaşmakta meçhul derdin kurbanı,
Sessizce geçmiş bir aşkın kahramanı.
Bir tepe arkasına gizlendi gitti...

Ağır ağır silindi o silüeti,
Sanki, önümden geçmiş bir hayaletti.
Bilmeyip yalnız duyduğum aşkı gibi…

*tahasüsr = özlem



AKROSTİŞ

Latif bir manzara ettirir tecessüm,
Elem dağıtan yüzündeki tebessüm.
Mavi sularıyla nehrin o âhenkli akışının,
Akşamı -bahar yelinin yaprak hışırdayışının,
Nefis hülyavi tablosunu yaratmağa muktedir,

Öten kuşlar gibi yürüyüşündür bir âlemi sihir.
Zevkli tabiatım nadide şaheseri gözlerin,
Kasırgalar koparıp yerini tutuyor sözlerin.
Ahter* dolu firuze arşıdırlar çölde gecenin.

Nur saçan ferleriyle bu iki kor parelerin.
Garam için yaratılmış kadınlar bahçesinin.
İhtişam-ı tenasüp menkıbelerinden biri.
Lahuti* varlık olan sensin, ey nadide huri!


*ahter = şans
*lahuti = ilahi