25 Eylül 2014 Perşembe

İRFAN YOLUNDA



Sekiz yıl önce okul katarına bindiğim andı.
Önümüzdeki uzun yolun adı iIm-ü -irfandı.

Yol boyunca yer almış sıra sıra kar burçlu dağlar
Her biri ilerleyişimize engel demir ağlar.

Ufukta ileriyi görmemize mani bulutlar,
Her tarafımızda meçhuller dolu engin hudutlar.

Arzu dolu azimkâr kuvvetle sarsıldı tren yerinden
Beklenen saat garkettj bizi heyecana derinden.

Teker teker eriyordu o aşılmaz demir ağlar
Bir tatlı ilim suyuna dönmüştü o karlı dağlar.

Biz; cehalet çöIünün irfan abına susamış katarın yolcular,
İçiyorduk kana kana dehamızın erittiği bu muhteşem dağ suları.

Her engelden sonra  bir vâdi ve bahar,
Bizi tatlı tatlı okşayıp esen lâtíf bir rüzgar.

Ayaklar altında uzanan mavi atlastan deniz.
Bir kısa âsude hayat bırakmıyor meşakkatten iz.

Yola devam edip aşıyoruz yakın uzakları,
Fethediyor katar, bize meçhul olan bucakları.

Yarı yoldayız önümüzde yine gaip diyarlar.
Bu memlekete layık birer fert olabilmek için,
Bir bu kadar daha yol alacak bizle fatih katar.

17 Mart 2014 Pazartesi

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ

On sekiz Mart sabahıydı o an,
Susmuştu durmadan yıkan gülleler,
Pıhtılaşıyordu nehir gibi akan kan,
Soğuyordu cidalden* kızışan süngüler.

Serilmişti etrafa binlerce şehit
Aynı uğurda düşmüştü bunca yiğit.
Boşa akmamıştı kanları, olmuşlardı muzaffer,
Ruhlarını şad etmişti tarihte, bu ender zafer.

*savaştan


ANADOLU
Dağlar, uzanan o hep karlı zirveler…
Göğe ser çekmiş görünmez sisli burçlar.
İnzivayla bağdaşmış, evler, izbeler,
Teni yanık fertler, heykelleşmiş tunçlar…

Cenge şahit olmuş bozkırlar, ovalar,
Tabiatın tezyin ettiği ormanlar,
Çorak arazide serpilmiş yuvalar,
Tümsekler altında yatan kahramanlar.

Derin bir sessizlik uhrvi sükunet,
Arasında, mütevazi bie cemiyet,
Yaşıyor. Asalete yakışır gibi…

Önümde ıssız sıla ve gurbet yolu,
İşte karşımda duruyor Anadolu.
Seyrediyorum onu bir manzara gibi.

ZAMAN VE O

Sokaklarda yürüyen ahali halsiz,
O yarı kapalı gözleri mecalsiz,
Satıhlarında ferden yoktu emare,
Benziyorlardı yaşayan ölülere.

Sabahlar doğuyordu solgun ziyalı güneşle,
Yanıp kül oluyordu bağrındaki ateşle.
Renksiz semalar hasrettiler hür havaya,
Mehtaplı geceler benziyordu rüyaya.

Her abide anlatırken bir zaferi,
Olmuştu artık bir ölünün eseri.
Sükûta gark olmuştu arzun bu şen yeri,
Boğuyordu onu bağımsızlık kederi.

Bu muydu tarihteki şen, şakrak millet?!
Bu halemi düşmüştü bu cennet vatan?!
Ne olmuştu ondaki o acı kuvvet?!
Bu yurdu nasıl çiğnerdi kahpe düşman?!

Bu kötü şekilde iken durum ve hal,
Ortaya çıktı yüce Mustafa Kemal.
O başın etrafında toplandı millet,
Kanla kazanıldı tekrar tatlı hürriyet.

Artık acılardan kalmamıştı eser,
Derin yaralara şifa olmuştu zafer.
Çılgınca gülüyordu her taraf, her yer,
Gururla doğuyordu güneş vakti-seher.

Nihayet bir kasım ayının sabahı,
Durdurdu Türk’ün dudağında inşirahı.*
Yanaklardan süzülüp akıyor yaşlar,
Yeislerinden eğilmişti dik başlar.

Meğer çok uzundu canavarın eli.
Dökülen yaşlar andırıyordu seli.
Neler olmuştu? Nasıl bir anda hemen,
Bütün milleti boğabilmişti matem?

İnşirah=ferahlık

3 Mart 2014 Pazartesi

Aşığa - Leman Özkangil

AŞIĞA

Karşıdan geçmekte sazı elde âşık.
Kalbi tahassürle* dolu bağrı açık.
Gurbet elde yürüyor, yurdundan uzak.
Gönlünün yaşıyla ıslanıyor toprak.

Bedeni zayıf, boy uzun, benzi sarı.
Titrek bir sesle söylüyor mısraları.
Saz, kalbine tercüman olmuş ağlıyor,
Sesle, bibahtlar ummanında çağlıyor.

Uzaklaşmakta meçhul derdin kurbanı,
Sessizce geçmiş bir aşkın kahramanı.
Bir tepe arkasına gizlendi gitti...

Ağır ağır silindi o silüeti,
Sanki, önümden geçmiş bir hayaletti.
Bilmeyip yalnız duyduğum aşkı gibi…

*tahasüsr = özlem



AKROSTİŞ

Latif bir manzara ettirir tecessüm,
Elem dağıtan yüzündeki tebessüm.
Mavi sularıyla nehrin o âhenkli akışının,
Akşamı -bahar yelinin yaprak hışırdayışının,
Nefis hülyavi tablosunu yaratmağa muktedir,

Öten kuşlar gibi yürüyüşündür bir âlemi sihir.
Zevkli tabiatım nadide şaheseri gözlerin,
Kasırgalar koparıp yerini tutuyor sözlerin.
Ahter* dolu firuze arşıdırlar çölde gecenin.

Nur saçan ferleriyle bu iki kor parelerin.
Garam için yaratılmış kadınlar bahçesinin.
İhtişam-ı tenasüp menkıbelerinden biri.
Lahuti* varlık olan sensin, ey nadide huri!


*ahter = şans
*lahuti = ilahi



22 Şubat 2014 Cumartesi

Bir Aşkın Hikayesi


-1-

O yılın baharında açmış yeni bir çiçekti,
Bana aşkı tattırmağa gökten inmiş melekti.

Hoş tabiat gine giymişti yeni örtüsünü,
Tefrjk edemiyor insan bitkinin kötüsünü .

Bu uzanan yeşilliklerde benek benek güller,
Motifleriyle tek renkli araziyi süslüyor,
O tatlı nağmeli rengârenk  tüylü şen bülbüller,
Baharın geldiğini her tarafa müjdeliyor.

Bu günlerden bir gün hava berrak gök bulutsuzdu.
Benim o nefis günde neş’em bol ve hudutsuzdu.
Dalmıştım ormana, tabiatın şirinliğine,
Açmıştım göğsünü rüzgarın hoş serinliğine.

Kıyıda oturmuş akan suyu seyrediyordum,
Tahayyüli eşime buseler gönderiyordum.
Birden arkamda işittim hafif bir ayak sesi.
Göründü o anda suda hülya yârimin aksi.

Baktım ki, geldiği yol boyunca büzülmüş güller,
Dallarda susmuş oynaşıp cıvıldaşan bülbüller.
Bu güzelliğe boyun eğip susmuşken tabiat,
Kalabilir miydi nefsim bu fırtınaya lâkayt?!

Düşünmeden elinden nezaketle aldın kabını,
Eğilip doldurdum nehrin aşkımla dolu abını.
Başlamıştı artık hayatımın en tatlı anı,
Vaktinde bahşetmişti Tanrı bana armağanı.

Hiç tatilim geçmemişti güzel bu bahar gibi.
Bu kısa zaman geçmişti bir tatlı rüzgâr gibi.
Esmiş hafif meltemden sonra koptu kasırgalar,
O sakin nefsimi hırpaladı korkunç dalgalar.

Parayı aşka tercih etmiş, olmuştu ele yar.
Yaşamıştı o, ancak bir çiçeğin ömrü kadar.

-2-

Gözlerim; gözyaşınızla yaratın
Ateşimi söndürecek dereyi,
Kör olarak imar edin bu aşktan
Kalbimde kalmış enkaz harabeyi

Gönlüm; neden oldun o nankör çehrenin  kurbanı?
Ah! Kim dinler şimdi senin bu feryadı figanı.
Tutuş, yan, didin parçalan ıstırap çek ıstırap,
Yakaladı seni aşk denizinde korkunç girdap.

Bağrışına koşan imdadına gelen yok, heyhat!
Tanrım; bu mudur bu benliğe bahşettiğin hayat?!

Sualimin karşılığı senin meçhulün değil.
Çektiğim bu cefalara sevmem mi oldu amil?
Öyleyse kıvranan benliğime ver makul cevap,
Hafiflesin kalbimdeki feveran ve ıstırap.

Neden bu nefiste yarattın sevecek kalbi, gözü,
Yılanı elde edecek kabiliyeti sözü?
Madem ki bunları vermeye onu gördün lâyık,
Neden olamasın o da şen ve mes’ut bir âşık?

-3-

Aşk ben için, batmıya hazırlanan bir gün güneşti,
Beni yakıp azap çektirten zalim bir ateşti.
Bu sevgiden kaldı yalnız çektiklerimin tadı,
Bir de hafızama hak olmuş nilüferin adı.

18 Şubat 2014 Salı

HANGİSİNE / BAHAR


HANGİSİNE

Ben bir Sümer’liydim tapardım Tanrı diye semalara,
Kuşlara vatan, yıldızlara mekân bu engin yerlere.
Acıkınca varlığım bırakırdım kendimi oralara,
Doyunca aç ruhum veda ederdim bu zengin yerlere.

Bu tatlı yaz gecesi sakin oldum bir vahaya çölde,
Uykuya dalmışken bir su hışırtısı işittim gölde.
Uyanıp doğruldum, sanki büyülenmiştim öyle kaldım,
Karşımdaki çıplak; bir melek mi, kadın mı anlamadım.

Yalnız, heykel kadar düzgün, mevzun bir dişi benlik gördüm
Bakışlarımla, bu tabloyu kalbimin üstüne ördüm
Örterken onu ay ışığında palmiyenin gölgesi,
Işıldıyordu beni sihirliyen iki kor paresi

Sordum kendime: hangisine tapayım, batıl sözlere mi?
Yoksa arşı sinesinde toplamış o mavi gözlere mi?



BAHAR

Canlandı engin topraklar,
Uyandı uykudan tabiat,
Yeşerdi solgun yapraklar.

Dallarda ötüyor bülbüller,
Kuzular örtmüş ovaları,
Bayırlarda açıyor güller.

Uçan, eğlenen kelebekler,
Onlara durak olan, narin,
Çeşitli, rengârenk çiçekler.

Arılar konuyor gülden güle,
Midesine bal doldurarak,
Uçup gidiyor güle güle.

Rüzgar peridir esasında,
O sırma saçlarını tarar,
Ağaç dalları arasında.

Çağlayan suların hoş sesi,
Coşturan o âhenkli nağmeler,
Bu mevsimindir musikisi.

Her tarafa hâkim, hayattır!
Bu bir kavuşmanın âlemde,
Uyandırdığı hissiyattır.

Matem ve keder, yok  neş’e var!
Yeis denen o şey ölmüştür,
Sevinelim hep, geldi bahar!

16 Şubat 2014 Pazar

Karmen / Rüya


KARMEN

Çiçekler üzüm bağları arasında
Sehhar* bir edayla ilerliyor, Karmen
Elleri gitarlı gençler arkasında
Mest olmuş ruhlarıyla inliyor : Karmen!

Ani bir duruş, sihirli bir yan bakış,
Tavaf eden kalplerde derin bir sükut
Benliklerden O’na manevi bir akış,
O, artık erkeklerin taptığı bir put.

Hayal dünyamda bir an Karmen
Kırıtarak, büzerek beni bir süzdü..
Ne yazık ki, silindi hayali hemen.


Kara saçı güllü ey şuh eşsiz kadın
İnan her an dudaklarımdadır adın,
En tatlı rüyamsın Karmen, güzel Karmen!..


*sehhar = büyüleyici



 
RÜYA  "Akrostiş"

Ağaçların gölgesine uzandım bir mehtaplı gece.
Yuvalarda susmuş kuşlar, esen rüzgar tatlı serince.
Ta uzaklarda ulumalar fakat, etraf sakin, sessiz.
Esrarengiz bir diyarın ninnisini çalıyor deniz.
Nefsim geç vaktin verdiği rehavetle daldı uykuya.

Alem-i hülya'ya dalıp gördü acı tatlı bir rüya.
Karşımda perilerin süslediği  bir ay tenli dilber,
Yolumu saçtığı nurla ak eden eşsiz bir şaheser,
O başına tacı-güzellik takmış beni bekliyordu.
Lakin, ben yaklaştıkça o, aksine uzaklaşıyordu.

8 Şubat 2014 Cumartesi

Gurbet / At

GURBET


Yılbaşı gecesi...O an, bu geceyi türlü eğlencelerle çılgınca geçiren şehirlileri düşünerek mırıldandım:

Siz; gurbet acısını duymayan bahtiyarlar.
Siz; elem görmeden yaşlanan ihtiyarlar!
Bilir misiniz hiç?
Ne acı sırlar saklıdır şu yanan tezekte?
Düşünür müsünüz hiç?
Ne gurbet yaşları dökülmüştür şu ıslak döşekte?

Mes’utlar; neş’esiz geçen güne ağlıyanlar!
Bahtı açıklar; eğlenceli bir âtiye bel bağlıyanlar!
Biz; dağlarda mesken kurmuş gurbet yoldaşları,
İnzivayla bağdaşmış arkadaşları,
Bilmem düşünür müsünüz hiç?


AT


Sinende toplanmıştır Ün, şeref ve şan.
Senin âşığınım ey mübarek hayvan!

Bu milleti fetihlere sen koşturdun,
Üstündeki süvariyi sen coşturdun!

Erişilmez kudretine sen hız verdin,
Ayakları önüne cihanı serdin!

.
Bir şahlandın, kendini buldun Yemen-de,
Bir kişnedin, eğildi önünde belde!

Haşmet ve vakarınla arza nam saldın,
Bütün zaferlerde Şeref payı aldın

Eğer sağlamsa yapın, adın küheylân.
Er Mehmetçiğin hayalindesin her an!

Bir sembolsün zafer abidelerine,
Mevzusun meşhur cenk kasidelerine!

Söyle taptığım mübarek hayvan söyle!
Kime medyunsun bu seviyeni

Nasıl, Millet erişirken gayelere,
Demek yükseldin bu âli payelere?L.

4 Şubat 2014 Salı

HİCRAN / GÜL İLE BÜLBÜL

HİCRAN


Istırap denen nesnenin umanına daldım.
Zevkten uzak, uzletten sessiz buseler aldım,
İnzivayla bağdaşıp buralarda kaldım

Lamekan* dolaşırken bu gurbet denizinde, 
Engin ufuklardan gelen hafif bir ses duydum.
Ve görünce bu gönlümü sılanın izinde,
İnandım ki ben sana akıp giden bir suydum.

*mekansız




GÜL İLE BÜLBÜL


Bülbül aşık olmuş çok güzel bir güle.
Gül göstermiş güler yüz bülbüle.
Lakin anlamazmış küçüğün aşki hissini,
Buda teşkil edermiş bülbülün yeisini.

Demiş biraz daha büyüyeyim, o zaman,
Açarım kalbimin tablosunu, durmadan.
Dediği gibi beklemiş, tabii ki, serpilerek büyümüş.
O günden beri görmediği gülü, bakın ne halde görmüş:

Sararmış yaprakları gövdesinde sarkarmış,
Rüzgarın estiği o yöne doğru yatarmış.
Onda artık ne güzellik ne de koku kalmış,
Eskisi gibi gövdesi gergin durmazmış.

1 Şubat 2014 Cumartesi

HANGİSİNE / SÜRAHİ



Ben bir Sümerliydim; tapardım Tanrı diye semalara,
Kuşlara vatan, yıldızlara mekan bu engin yerlere.
Acıkınca varlığımı bırakırdım kendimi oralara,
Doyunca aç ruhumu veda ederdim bu zengin yerlere.

Bir tatlı yaz gecesi sakin oldum bir vahaya çölde,
Uykuya dalmışken bir su hışırtısı işittim gölde.
Uyanıp doğruldum, sanki büyülenmiştim öyle kaldım.
Karşımdaki çıplak; bir melek mi, kadın mı anlamadım.

Yalnız, heykel kadar düzgün, mevzun bir dişi benlik gördüm
Bakışlarımla, bu tabloyu kalbimin üstüne ördüm.
Örterken onu ay ışığında palmiyenin gölgesi,
Işıldıyordu ben, sihirliyen iki kor paresi.

Sordum kendime: hangisine tapayım, batıl sözlere mi?
Yoksa arşı sinesinde toplamış o mavi gözlere mi?



SÜRAHİ
Karşımda bir servetle dolu sürahi,
Etrafında birkaç kuru bardak, tehi*.
Ey sessiz su, konuş ey kudreti-hafi*.
Senin yokluğunu kim eder telafi?!.
  
*gizli
*boş

29 Ocak 2014 Çarşamba

BAHAR



Canlandı engin topraklar.
Uyandı uykudan tabiat,
Yeşerdi solgun yapraklar.

Dallarda ötüyor bülbüller,
Kuzular örtmüş ovaları,
Bayırlarda açıyor güller.

Uçan eğlenen kelebekler,
Onlara durak olan, narin,
Çeşitli, rengarenk çiçekler

Arılar konuyor gülden güle,
Midesine bal doldurarak,
Uçup gidiyor güle güle.

Rüzgar peridir esasında,
O sırma saçlarını tarar,
Ağaç dalları arasında.

Çağlayan suların hoş sesi,
Coşturan o ahenkli nağmeler,
Bu mevsimindir musikisi.

Her tarafa hakim, hayattır!
Bu bir kavuşmanın alemde
Uyandırdığı hissiyattır.

Matem ve keder, yok neş'e var!
Yeis denen o şey ölmüştür,
Sevinelim hep, geldi bahar!

28 Ocak 2014 Salı

SAİM EREN



Bu kitabı; bana şiir okuyup yazmak zevkini aşılayan aziz ve değerli hocam Saim Eren'e ithaf ederim.
ROBERT SEZER


SAİM EREN  "Akrostiş"

Ses mi veriyor sevgi dolu kalbimin ihtizazı?
Aşık olup ta elini mi almış konuşan sazı?
İlhamını kim vermiş, kimden almış bu hoş besteyi  çalmış?
Meçhullere, bana sormadan hülyalara mı dalmış?

Es bir yel gibi suallerime cevap ver ey gönül
Ruhumu alevlendiren kim, kim bu bana meçhul gül?
Erdim sırrına, bu sevginde bahtiyarsın bahtiyar,
Nasıl sevilmez o; fikri, gönlü, zevki genç ihtiyar?




BALKAN TOPRAKLARI

Ey, nankör, kahpe Balkan toprakları!
Çınarımın solup kopmuş yaprakları!
O kıt'a kartalının aslanının parmakları,
Üç kıt'a kartalının kanat tüyleri!

Bende bir zamanlar buralardan geçtim.
Tuna'nın suyundan kana kana içtim.
Avrupa'dan seni kendime parça seçtim,
Kanımla suladım sendeki köyleri!

Sana göz koyana gayz ile gerildim,
O letafetine mest olup serildim.
Tabii manzaralarına esirdim,
Rüzgarında ceddimin sesini duydum!

Aşkın ilk tadını kızlarında tattım,
Güneşinle aydınlandı gölge bahtım.
Ağaçlarının altında geceler yattım,
Bülbüllerinin cıvıltısıyla doydum.

Ey, nankör, kahpe Balkan toprakları,
Çınarımın solup kopmuş yaprakları!

23 Ocak 2014 Perşembe

Gönül Çağlayanı





GÖNÜL ÇAĞLAYANI


Gönlüm şelaledir, zaman zaman çağlar,
Bazen neş'eden bazan da yes'ten ağlar.
Suları ruhumun döktüğü yaşlardır.
Şiirlerimse sürüklenen taşlardır.

Şu biriken taş yığını arasında,
Geçmiş çağlayışların hatırasında,
Bilmem okunmaya değerliler var mı?
Yoksa onlar bir kitabe-i mezar mı?

Robert Sezer





















663 okul no. lu 1956 Musevi Lisesi mezunu, öğretmeni, 1953’den beri söylenen Musevi Lisesi marşının söz yazarı ve BÖML Mezunları Derneği başkanlarından Robert Sezer 8 Eylül 1936’da İstanbul’da dünyaya geldi.

Çok genç yaşta edebiyata merak sardı. 1954’te 18 yaşında iken ‘Gönül Çağlayanı’ adlı bir şiir kitabı yayınladı. İstanbul Radyosu’na sahneye konması talebiyle bir roman yazdı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne girdi.

La Vera Luz gazetesinin Türkçe kısmının editörlüğünü yürüttü. Gençlerimizin, zamanı gelince, cemaat yönetiminde söz sahibi olabilmeleri için, eğitilmelerini savunan, aralarında, Naim Güleryüz, Ferit Alsaid’in yer aldığı gruba katıldı.

Bir süre Ortaköy Musevi İlk Okulu’nda İbranice ve matematik dersleri hocalığı yaptı.

Cemaat çoğunluğunun artık Sefarad İspanyolu (Yahudi İspanyolcasını) bilmediğini ve dolayısı ile cemaat basınını da izleyemediğini görerek Davit Eskinazi, Naim Güleryüz, Ferit Alsaid, İsak Kohen,Yaakov Kohen, Moşe Hahamoğlu’nun katkılarıyla 06 Mart 1957’de tamamen Türkçe ‘Haftanın Sesi’ gazetesini yayınlamaya başladılar. Mali imkânsızlıklardan dolayı 31.Aralık.1957’te gazete yayınına son verme zorunda kaldılar.

Fakülteden mezun olana kadar iş hayatını babası ve kardeşi ile sürdüren Robert Sezer hiçbir zaman cemaat yaşamından kopmadı. Bir süre İsrail Konsolosluğu’nda çalıştı.

Vatani görevini yedek subay teğmen olarak tamamladı. Nisan 1998’de cemaate hizmet babında Matan Baseter başkanlığını deruhte etti. Ondan evvel Neve Şalom Vakıf Okul Komisyonu görevinde iken, karakterine uygun cesurane ve çarpıcı bir meseleyi çocuklarımızın aşağılık duygusuna kapılmalarını önleyen ikinci bir ilke imza attı.

Şöyle ki; cemaat okullarımızda ihtiyaçlı aile çocuklarına bil-â bedel öğle yemeği veriliyordu. Bu sistemi kökünden kaldırmak için olağanüstü bir mücadele verdi ve okulumuzda öğrencilerin tümüne yemek verilmesi yöntemini tatbik ettirdi.

2 Ekim 2011 de Ulus Mezarlığı’nda ailesinin ve sevenlerinin hazır bulunduğu cenaze töreniyle son yolculuğuna uğurlandı.

Marşı besteleyen Musa Albukrek 2011’de UOML Amram Oditoryumun’da yapılan bir anma töreninde yaptığı konuşmasında: “Yıl 1953, Robert ve ben 16-17 yaşlarındaydık. Birlikte dinlediğimiz bir başka okulun marşından çok etkilenmiştik. Ben hemen marşın müziğini yazdım ve Robert’den de sözlerini yazmasını istedim. İşin doğrusu sözlere göre beste yazılmasıdır. Ben dayanamamış bestelemiştim. O’da şair kişiliğiyle her notaya uygun mükemmel sözler yazdı. İlk söylediğimizde öğrenciler çok beğendi.58 yıldır halen söyleniyor olmasından büyük gurur duyuyor, onu özlem ve şerefle anıyorum” diye anlattı.